Evrensel Din
Universal Religion
GÖNÜL EVİ
Adem’in çocukları olan bizler biyolojik bir bedene sahibiz. Bu beden, üstünde hayat bulduğumuz dünya şartlarında yaşayabilmemiz için herhalde uygun bir biçimde ve gerekli yeteneklerle donatılmış olarak imal edilmiş görünüyor. Gerçekten de sahip olduğumuz beş duyumuz bize çevremizle uyum içinde ve bedenimize zarar vermeden hayatımıza devam edebilmemiz için yeterli görünmektedir. Fakat Adem’in çocukları sadece biyolojik bir bedenden meydana gelmemiştir. Maddi olarak ifade etmekte zorlansak ta bireyin düşünmesi, kendini ifade etmesi, sevinmesi, tepkileri gerçektir. Hatta birey bazı durumlarda kendisi kabul etmese de inanç sahibidir. İnanç yeteneğinin kendisine yaratılışından verildiğini düşünmeliyiz. Gene maddi olarak varlığını ispat edemediğimiz fakat bireyin hayatında önemli işlevlere sahip olduğunu düşünmemiz gereken bir de gönül vardır. Birey karşı cinsi gönlü ile sever, ona gönlü ile aşık olur. Aynı şekilde maddi olarak varlığından habersiz olduğumuz ve sürekli ulaşmak için çaba sarf ettiğimiz bir Yüce Güç ile ilişkilerimizi sadece gönül dediğimiz ve fakat bizlerin biyolojik bedenimizde yerini belirleyemediğimiz bir merkez vasıtası ile olabileceğini özellikle Kur’an sürekli olarak vurgulamaktadır:
Kur’an 39-9 ...De ki: ”Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? "Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.”
Kur’an’da gönül kelimesi yerine kalp kelimesi de kullanıldığı görülür. Her iki kelime de genellikle görme işlemi ile ilişkilendirilmek için göz terimi ile birlikte kullanılır.
Kur’an 6-104 Gerçek şu ki size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendi zararına...Ben sizin üzerinize bekçi değilim.
Kur’an 10-43 Onlardan sana bakanlar da vardır. Peki, körlere sen mi kılavuzluk edeceksin? Hele kalp gözleriyle de görmüyorlarsa!
Anlaşıldığı kadarıyla bireyler bazı şeyleri kafalarındaki gözle değil, muhtemelen sahip olabilecekleri gönül gözü ile görebilmekteler. Yukarıda verilen Kur’an ayetlerine göre sadece gönül gözü ile görebilen akıl sahipleri düşünüp ders alabilirler. Kur’an bir öğüt kitabı olarak insanlığın hizmetine sunulmuş olduğuna göre, gönül gözü açılmamış olanların Kur’an’dan ders alması mümkün görünmemektedir; bu kişiler kendilerini Müslüman olarak tanımlasalar bile. Beşer, günün bilgi deposundan alabildiği kadarıyla ve beyni ile düşünür ve bunun için de gene beynindeki depolanmış bilgiyi kullanır. Kur’an ise aynı konuda çok daha farklı şeyler söylemektedir:
Kur’an 47-24 Peki bunlar, Kur’an’ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?
Görülen o ki Kur’an’ın anlaşılabilmesi için birey Kur’an ayetlerini okuması yetmez. Kur’an’ın anlaşılabilmesi için bireyin kalbinin aktif olması gerekiyor. Yoksa Kur’an’ın kafa gözleri ile okunup anlaşılması mümkün görünmemektedir. Bu görüşü güçlendirecek başka bir Kur’an ayetini hatırlayalım:
Kur’an 17-45,46 Kur’an okuduğunda, seninle, ahirete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz.
Kalpleri üzerine, onu anlamamaları için kabuklar geçiririz, kulaklarına da bir ağırlık koyarız…
Kur’an’ın anlaşılabilmesi için de, her konuda olduğu gibi, O’nun izninin gerektiğini açıkça görebiliyoruz. Kalp veya gönül terimleri ile ifade edilebilen ve varlığın hayatında belki de en önemli davranışları sergileyebilmesini sağlayan ve fakat madde ile tanımlanmasına şimdilik imkan olmayan yetenekler acaba varlığa nasıl kazandırılmaktadır? Bu sorunun cevabını da gene her zaman olduğu gibi Kur’an’da bulabiliyoruz:
Kur’an 22-46 Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kalpleri olsun da onunla akıllarını çalıştırsınlar, kulakları olsun da onlarla duysunlar Şu bir gerçek ki, kafadaki gözler kör olmaz ama göğüslerin içindeki gönüller körleşir.
Demek oluyor ki kalp veya gönül dediğimiz yetenek sonradan kazanılan bir yetenek değildir. Doğumundan başlayarak bireyin zaten sahip olduğu bir yetenektir. Bu yeteneğin zamanla körleşmesine Kur’an dikkatimizi çekmektedir. Gönül gözünün çalışır durumda olması veya körleşmesi gene Kur’an’ın bütünlüğü içinde alınabilecek başka bir konuyla bağlantı kurmamızı sağlamaktadır:
Kur’an 36-69,70 Biz o peygambere şiir öğretmedik... Ona vahyedilen bir öğütten ve apaçık bir Kur’an’dan başka şey değildir.
Diri olanı uyarsın ve inkarcılar üzerine söz hak olsun diye indirmiştir.
Kur’an 6-36 Ancak gereğince dinleyenler çağrıya cevap verir. Ölülere gelince, Allah onları diriltecektir, sonra O’na döndürülecekler.
Kur’an demek ki sadece diri olanı uyarmaktadır. İnkarcılar değil dendiğine göre Allah’ın ayetlerini inkar edenler körler olarak tanımlanmaktadırlar. Buradaki dirilik biyolojik canlılık değildir. Gönül gözü açık olanların sahip olduğu bir yetenektir. İnkarcılar ise ölüler olarak tanımlanmakta ve onların da Allah tarafından diriltileceği müjdesi verilmektedir. Biyolojik bakımdan canlı fakat gönlü körleşmiş olan ve ölü olarak tanımlananların da diriltilmesi olayının gerçekleşebileceğini aşağıdaki Kur’an ayeti açıkça ifade etmektedir:
Kur’an 2-56 Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.
Bu ayet Musa’nın toplumuna hitap etse de genel anlamda Adem oğullarına yöneltilmiş olduğunu düşünüyorum. Evet, ruhsal bakımdan ölü iken diriltilen varlık sadece biyolojik değil, ruhsal bakımdan da yaşadığını fark edecek ve bu farkındalık sayesinde daha önce haberdar olmadığı gerçeklere verilen izin çerçevesinde nüfuz etmeye başlayacaktır. Yani toplum tarafından inşa edilen kafasındaki duvarların yavaş yavaş yıkıldığına şahit olacak ve bu değişimler dünyadaki hayatında da olumlu yansımalara sebep olacaktır. Sonuçta birey şükür etmesi gerektiğini zaten anlar ve gereğini yapar. Bireyin O’na şükür etmesi ise sanırım bireyin yapabileceği en güzel ibadettir.
Gönül diyegeldiğimiz ve fakat bedenimizdeki konumunu bilemediğimiz, ancak yaptıkları ile bize varlığını hissettiren o yeteneğimizin faaliyet gösterdiği yuvanın yani evin sahibi kimdir? Acaba bireyin kendisi midir diye sorsak herhalde cevabımız olumlu olmayacaktır. Günlük hayatımızdan biliyoruz ki gönlümüzün zaman zaman sahibi olduğunu sandığımız ve hep karşı cinsten olan varlıklarla karşılaşmışızdır ve onlar bir süre orada konaklamışlardır. Süre kısa olabilir uzun da hatta bir ömür boyu da. Varlığı dünya hayatı süresince veya gerekmiş ise devam eden dünyaya geliş gidişlerinde farklı varlıklar o evde oturabilirler. Ancak anlayabildiğimiz kadarı ile gönül evimizdeki varlıkların kalışları geçicidir. Süre ne olursa olsun hem birey kendisi hem de misafiri olan varlık uygulamalı olarak sevgiyi denemekte ve onu öğrenmektedirler. Yani dünya okulunda bireyin gönlü bireyin sevgiyi öğrenmesi için vasıta olmaktadır. Bireyin oldukça zorlu sevgi öğretiminden geçirilmesinin amacı ne olabilir? Sanıyorum, bu eğitimin amacı bireyin gönlünü esas sahibinin yerleşebileceği düzeye hazırlamaktır. Çünkü bireyin gönlünün esas sahibi o gönlü Yaratmış olan O’dur.
Gönül evinin ne kadar önemli olduğunu fark eden Derviş Yunus bakın ne diyor.
“Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için,
Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim.”
Yunus zaman üstü önerisini yapmış. Bizlerin de sadece kendi gönül evimizi değil, diğer insanların gönül evlerini, esas sahibinin yerleşebileceği güzelliğe ulaştırabilmelerine katkı yapabilsek, hiç olmazsa bu yolda bir tek tuğla koyabilsek belki de en güzel ibadeti yapmış olurduk. Maalesef gönül evinin kapısının, bireylerin çoğu için kilitli olduğunu görüyoruz ki bu gerçeği yukarıda verilen Kur’an Ayeti (47-24) ve benzerleri …kalpleri üzerinde kilitler mi var?...veya … göğüslerin içindeki gönüller körleşir. ... ifadeleri ile vurgular. Gönül kapısının mimarı olan O, aynı zamanda gönül kapısını açabilen tek anahtarın da yaratıcısıdır. Gönül kapısının tek anahtarı ise Sevgidir. O’na yapılabilecek en güzel hizmet herhalde Derviş Yunus’un dediğini yapmak yani her gönüle sevgi ile ulaşmaya çalışmak olmalıdır.