Evrensel Din
Universal Religion
TEKAMÜL-PAYLAŞIM
Vahiy kitaplarında bahsedilen ve özellikle Kur’an’da sembolik ifadelerle anlatılmaya çalışılmış ta olsa özünde altı çizilen bir konu beşerin ruhsal tekamülüdür. Beşerin tekamülü için gerekli olan önemli bir adımın, bireyin sahip olduğu kazanımları diğer bireylerle paylaşması olduğunu ayetlerin ifadesinden anlayabiliyoruz. Bu çerçevede düşünmemiz gereken ve sıklıkla ön planda olduğunu sandığım maddi kazanımların paylaşılması, beşerin dünya okulundaki eğitiminin ana hedefi olan madde ile denenme sınavlarında başarılı olmaya başladığının bir göstergesi gibi ele alınabilir:
Kur’an 92-18 O ki, temizlenip arınsın diye malını verir.
Kur’an 3-92 Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe zafer ve mutluluğa asla ulaşamazsınız. İnfak ettiğiniz her şeyi, Allah çok iyi bilmektedir.
Dünyada yaşayan bir insanın herhangi bir yokuşu tırmanabilmesi için, eğer varsa, taşıdığı yükünü azaltması veya hepsini bırakması gerekebilir. Bunu gene dünyada bir balonun yükselebilmesi için safra atmasına benzetebiliriz. Aynı konu Kur’an’da da ele alınır ve bilinen bir Akabe yokuşunun çıkılabilmesi için yük atmak olayına gönderme yapılarak olaya dikkatimizin çekilmesi sağlanır:
Kur’an 90-10 Kılavuzladık onu iki tepeye
Kur’an 90-11 Akabe’ye sarp yokuşa atılamadı o.
Kur’an 90-12 Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?
Kur’an 90-13 Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o.
Kur’an 90-14,15,16 Yahut ta açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o, yakındaki bir yetimi, yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.
Kur’an 90-17 Sonra da iman eden ve birbirine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o
Dünyada yaşam bulan beşerin, ilk bakışta yükü sadece maddi gibi görünebilir. Dünya okulunda yaşam bulmamızın ana hedefi olan ruhsal tekamül için maddi yüklerden kurtulma, tekamülün başlaması için evet gereklidir. Ancak birey dünyada ruhsal tekamülüne başlayıp Rabbine giden yolda ilerlerken manevi kazanç elde etmeye de başlayacaktır. Fakat bireyin manevi kazancı diğer taraftan dünya okulundaki çeşitli sınavlarını başarmasına yardım edebilmelidir. Maddenin, enerjinin muhtemelen en yoğun hali veya hallerinden biri olduğunu biliyoruz. Fakat sonsuz tekamül yolunda yürürken sağlanan manevi kazanç yüksek enerjili olup, birey enerji yüklenecektir. Bireyin sürekli enerji yüklenmesi zarar verebilir. Yüksek enerjinin de dağıtılmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan tekamülün sürekli olduğunu da gene Kur’an’dan öğreniyoruz:
Kur’an 43-13,14 ...Rabbinizin nimetini hatırlayarak şöyle diyesiniz: “ .....”
“ Ve gerçekten biz, halden hale geçerek Rabbimize mutlaka döneceğiz.”
Son ayette ki “halden hale geçiş” kavramı çeşitli yorumcular tarafından beşer embriyosunun ana rahminde geçirdiği biyolojik değişim olarak açıklanmıştır. Kişisel düşüncem ise dünya okulunda ve hatta öte dünyadaki eğitimin çeşitli dönemleri ve takip eden sınavların başarılı olması durumunda bireyin ruhsal tekamülünün erişeceği çeşitli ara hedefler olduğunu sanıyorum. Yaratılışla ilişkilendirilen ve fakat sembolik anlatımı yüzünden belki de anlayamadığımız ama gerçekte farklı bir konu, mesela tekamülle bağlantılı olduğunu düşünebileceğimiz bir ayeti hatırlayalım:
Kur’an 38-71,72 Hani Rabbin meleklere şöyle demişti:”Ben çamurdan bir insan yaratacağım.”
“Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin.”
Bu ayet Adem’in yaratılışı ile ilişkilendirilir. OL deyince olduran gücün çamurdan yarattığı insan denilen varlığı istediği anda ve hatta hemen kıvama erdirebilirdi diye düşünürüm. Burada adı geçen kıvama erdirmek ile ifade edilmek istenen sanırım konunun bir süreç işi olduğunu belirtmektir. Beşer çamurdan yaratılmıştır. Fakat bu varlığın önünde meleklerin secde edebilmesi fiziksel bir kıvama erme, olgunlaşma değil, ruhsal bir olgunlaşmadan sonra gerçekleşecektir. Melekler öte alemin varlıkları olup yüksek enerjiye sahiptirler. O yüzden meleklerin secde edebileceği ifade edilen varlık meleklerden çok daha yüksek enerjiye sahip olmalıdır ki bu aşamaya gelebilmek için gerçekten uzun bir tekamül yolunun kat edilmesi gerekir. Bunun ise yüksek aşamalı bir diriliş olduğunu düşünmek istiyorum. Çünkü bireyin gönül gözünün açılmaya başlaması da her halde bir diriliştir ama son olduğunu sanmıyorum. Bireyin değişik gerçeklere gözünü açabilmesi her defasında yeni bir diriliş olarak algılanabilir. Bilindiği gibi yaratılışta durağanlık yoktur ve tekamül edebilme yeteneğine sahip olan birey eğer tekamülüne devam edemezse özünde ölü demektir. Bu konu vahiy kitaplarında defalarca vurgulanır. Luka İncili (11-43,44) gibi. Benzer şekilde bu konu Kur’an’da Muhammed’e sıklıkla bazı kişilere mesajı duyuramayacağı şeklinde ifade edilmiştir, Kur’an (36-69,70). Çünkü o bireylerin mesajı duyma (mesajı anlama) zamanı henüz gelmemiştir. Bu özellik yukarıda verilen ayette başka şekilde anlatılmaktadır. Ayette dikkat edilirse insanın kıvama erdiğinde değil kıvama erdirildiğinde ifadesi kullanılmıştır. Eğer aldığımız nefesin bile izinle olduğunu bilirsek beşerin kendiliğinden kıvama eremeyeceğini de anlayabiliriz.
Beşeri bedenin sahibine hizmet verdiği dönemde ruhsal tekamülün devam edebilmesi için yani daha yüksek enerji yüklenebilmesi için bireyin daha önce yüklendiği enerjiyi azaltması gerekebilir. Bu durumda bireyin yapması gereken toplum içinde yaşamını devam ettirirken manevi alandaki kazandıklarını diğer bireylerle uygun şekilde paylaşmak olmalıdır. Yani bir Mevlevi dervişi gibi Hak’tan aldığını halka iletebilmelidir. Tevrat, İncil ve Kur’an’da bahsedilen, kazancın paylaşılması ilk bakışta maddi kazancın paylaşılması gibi anlaşılıp ona uygun davranılsa da daha sonra esas hedefin manevi kazancın paylaşılması olduğunu anlayabiliriz. Zaten manevi kazancını paylaşmaya başlayan bireyin muhtemelen paylaşacak maddi kazancı herhalde olmayabilir.
Birey dünya hayatını yaşamaya devam ederken gerekli liyakata sahip olduğunda kendisine verilen manevi kazançlarını eğer paylaşabilme becerisini gösterebilirse yani enerjisini diğer bireylere de yansıtabilirse, gün gelir o bireylerden çıkan negatif enerji pozitif enerjiye dönüşebilir. Burada söz edilen konuyu aslında negatif üreten bireylerin negatif enerjisinin alınması, yani bir paratoner gibi görev yapıldığını düşünebiliriz. Sonuçta pozitif enerji üreten bireylerin toplumdaki sayısı giderek artar. Böyle bir değişim bireylerin davranış ve düşüncelerine olumlu katkı yapacağı için bireylerin davranışı da olumlu olacaktır. Sonuçta böyle bir toplumda hakim olan düşünce bireyleri ayrıştırmaya değil birleştirmeye, dolayısıyla barışa yönelik olacaktır.
Özetle toplumsal barışa ulaşabilmek için toplumda öncelikle maddi kazancın paylaşımında adalet sağlanmalıdır. Fakat bu yeterli midir? Tahminimce hayır. Özellikle Batı toplumlarında böyle bir paylaşımın kısmen de olsa sağlandığını söyleyebiliriz. Fakat Batı toplumlarının mutlu olduklarını söyleyebilir miyiz? Her ne kadar bedenimiz dünya çamurundan yapılmış da olsa sanıyorum gerçek toplumsal barışa ulaşabilmek için bireyin sadece maddeden yapılmadığını anlamamız gereklidir. Yani bireyin manevi tarafı da göz önüne alınmalıdır. Böyle bir kabul bizi ister istemez maddi yönden tok ancak manevi yönden aç bireylerin tatmin edilmesinin gerekliliğini anlamamızı sağlar. Bireylerin manevi açlığının tatmini için manevi kazançların da paylaşılmasının yollarını bulmamız gerekir. Ancak herhangi bir şeyin toplum tarafından paylaşılabilmesi için o şeye sahip bireylere ihtiyaç vardır ki o bireyler ait oldukları toplumlarında manevi yönden paratonerlik görevi yapabilsinler. Var olan duruma bakıldığında toplumlarda böyle bir değişim kısa sürede mümkün görünmüyor. Toplumlar bu ihtiyacı hissettikleri gün olayı nasıl çözümleyebileceklerini de fark edeceklerdir. Yaratıcı güç, ihtiyaç duyacağı her şeyi bireye zaten vermiştir. Önemli olan bireyin sahip olduklarının farkına varabilmesidir ki bu önemli bir aşamadır. Gayet tabii olarak birey sahip olduğu ve cevher olarak ta ifade edebileceğimiz yeteneklerin tamamını bir anda fark edemez. Gerekli yardımı alarak yeteneklerini adım adım keşfedecek ve her adımda yeni sınavlar önüne konacaktır. O sınavları başardıkça yeni cevherlerinin farkına varacaktır. İşlem böylece sonsuzluğa uzanacaktır. Çünkü farkına varabileceği cevherler sonlu değildir. Sonlu olduğunu düşünenler tekamüllerine de sınır getirmiş olacaklardır. İdeal olanı ve bizden istenen de daima sonsuzlukların farkına varabilmektir. Yoksa şu veya bu gibi adı konabilecek tekamül makamları olmamalıdır. Sonsuzluklara talip olanlar ise belki O’nun kapıkulu gibi görev yapmaya başlayabilirler ki ne mutlu onlara. Çünkü onlar cennetleri bir tarafa bırakıp sadece O’na hizmeti hedeflemişlerdir ki benzer düşünceyi Derviş Yunus’ta görüyoruz:
Cennet Cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni.
Paylaşımın bireylerin ve toplumların mutluluğuna katkısı yukarıda ifade edilmeye çalışıldığı gibi son derecede önemlidir. Konuya birey merkezli bakıldığında, bireyin davranışlarını incelememiz önemlidir. Bu maksatla yapacağımız gözlemlerimizden çıkartabileceğimiz sonuç çoğunlukla EGOİZM terimi ile açıklanabilir. Ancak bu çerçevede bireyin davranışlarında tekamülle ilişkili olarak görebileceğimiz farklı davranışlar olabilir ve bunları basitçe şu şekilde özetleyebiliriz:
Egoist Bireysellik: Birey sadece kendi yararını düşünür. Diğer bireyler ve hatta genelleştirirsek diğer yaratılmışlar bireyin kendi beyninde oluşturduğu planı içinde yoktur.
Toplumsal Bireysellik: Birey toplum içinde yaşadığını ve her şeyi, havayı suyu diğerleri ile paylaştığını bilir. Paylaşmanın adil olmasını ister ve bunun gerçekleşmesi için çaba sarf eder. Başkaları aleyhine sonuç doğuracak tasarruflardan kaçınır. Böyle bir birey Yurttaşlık bilincine ulaşmıştır.
Konuyu genelleştirirsek ilk aşamada Dünyasal Bireysellik kavramına ulaşırız ki bu bilinçteki bir varlık artık dünya vatandaşıdır. Bu bilinçteki bir birey artık sadece kendi toplumunu değil dünyamızda hayat bulmuş insan ve diğer varlıkları da kucaklamaya başlamıştır. Dünya okulunun anlamını fark etmiş ve bu okuldaki her yaratılmışın gerçekte birbirleri için hayat bulduklarını ve birbirlerine ihtiyaç duyduklarını bilir. Dünyasal bütünlük içinde dünyasal bireyselliğini yaşamaya devam eder. Bahsedilen farkındalığa ulaşmış bireylerin hayat bulduğu böyle bir dünyada huzurlu ve barış içinde yaşanıldığını belirtmek her halde yanlış olmayacaktır.
Yaratılışta hiçbir şeyin sonlu olmadığını düşünmeliyiz. Bu düşünce bazılarına ters gelebilir ve ölüm nedir diye sorabilirler. Halbuki beşerin tanıdığı ölüm biyolojik ölümdür, son asla değildir. Tersine her biyolojik ölüm yeni bir başlangıçtır. Bu söylenenleri hatırda tutarak biraz önce bahsedilen bireysellik kavramına dönersek beşer aklımızla ulaşabileceğimiz adım ise Evrensel Bireysellik olacaktır. Madde Evrenimizin boyutlarını bile bilmiyoruz. Bu boyutta sadece dünyamızın varlığını kabul etmek her halde hayal aleminde yaşamaktır. Madde evrenimizde kim bilir kaç tane daha okul vardır? Şimdilik bilmiyoruz. Gün gelir beşerin belki onu da öğrenmesine izin verilir:
Kur’an 7-7 Onlara bir ilmin tanıklığında bütün serüveni mutlaka anlatacağız. Biz olup bitenlerden habersiz değildik.
Paylaşımın, öncelikle maddi daha sonra manevi olarak bireyin ruhsal gelişiminde fevkalade önemli olduğunun yavaş yavaş da olsa farkına varıyoruz. Egoist bireyin paylaşarak ulaşacağı tekamül safhaları sonsuz olabilir. Paylaşan birey aslında paylaştıkları ile kendi arasında bir farklılık olmadığının bilincine varabilendir. Bir anne kendi yavrusunun hayatta kalabilmesi için her türlü fedakarlığı yapar, hatta gerekirse kendi hayatından vazgeçebilir. Unutmayalım ki bu dünya okulunda beşere sağlanan her türlü maddi imkan ve bizim tekamül ederek O’na giden yola girebilmemiz için sağlanan yardımlar hepsi de O’nun rahim yönündendir. Beşeri kendisine çağırmakta ve bunun için her türlü imkanı sağlamaktadır. Sonuç olarak, aynen bir annenin çocuğuna yaklaşması gibi bizler de bütün yaratılmışa bir anne olabilmeliyiz.
Eski dönemlerde hatta yakın zamana kadar dünyadaki yolculuklar uzun sürerdi. Yolcular genellikle yanlarında yiyecek ve içecek bulundururlardı ve gerektiğinde paylaşırlardı. Tekamül yolculuğuna çıkan yoldaşların da yolu uzundur, engellerle doludur, zaman ister. Yolcu, yolculuğu sırasında pek çok yolcu ile karşılaşır. Aynen dünyadaki bir yolculuğunda torbasındaki rızkını paylaşan yolcular gibi tekamül yolcuları da her ne kadar her biri kendi yollarında yürüseler de hedefleri aynıdır ve yolda her biri çeşitli menzillerde kendilerine verilen manevi hediyeleri usulünce paylaşabilirlerse yolculuk hem keyifli olur hem de birbirlerine yol almalarında destek olurlar. Yani aynı hedefe odaklanan yolcuların kendilerine verilen manevi nimetleri yani rızıklarını paylaşmaları doğrudur. Kim hangi rızıktan nasıl yararlanır o da nasip işidir.