top of page

İMAN


İman etmek bir şeye inanmak, bir şeyin doğruluğunu tasdik etmek demektir. Fakat bahsedilen tasdik işi din çerçevesinde hangi yolla gerçekleşecektir? Dünya hayatında beşer tasdik işini hep sözle yapagelmiştir ve bu şekilde bir tasdik yöntemi toplum tarafından ve özellikle de din adamlığını meslek edinenler tarafından kafi görülmüştür. Ancak bu şekilde bir tasdik acaba yeterli midir? Kur’an böyle bir yöntemin yeterli olmadığını açıkça ifade eder:


Kur’an 49-14 Bedeviler:  ”İman ettik.” dediler. De ki: ”siz iman etmediniz. Ancak “Müslüman olduk” deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir.

        Demek ki Kur’an’a göre inanmış olmak için imanın kalbe girmesi gerekir. Asırlardır var olan duruma bakarsak, Müslümanım diyenlerin yaşadığı toplumlarda iman konusu muhtemelen sadece sözle iman etmekle sınırlıdır. Kendisini Müslüman olarak tanımlayan toplumlarda çoğunluk eğer sözle değil, kalp ile iman etmiş olsalardı herhalde o toplumlar bu günkü acınacak durumda olmayacaklardı. Tersine hem teknoloji üreten hem de medeni birer toplum olabileceklerdi. İmanın kalbe inmemesi durumu çok eskiden, Musa zamanında da yaşanmış ki Kur’an, Musa’nın İsrail Oğullarına şu şekilde sitem ettiğini anlatır:


 Kur’an 10-84  Musa dedi ki: “ Ey toplumum!  Eğer Allah’a inandınızsa, gerçekten müslümansanız,  yalnız Allah’a dayanıp güvenin.  

 

   Kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlara yol gösterici ve bir müjde kitabı olan Kur’an’ın birinci suresi olan Fatiha suresi vakit namazlarını yerine getirenler tarafından her gün defalarca okunmakta ve sureyi okurlarken Arap dilinde şu sözleri tekrar etmektedirler:

 

Kur’an 1-5  “Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.”

 

Demektedirler. Ancak aynı kişiler sıklıkla Kur’an’ı insanlığa tebliğ etmekle yükümlü kılınmış olan Muhammed peygamberden “şefaat” dilerler. Dahası zamanın muktedir gücü önünde eğilirler. Ne yaman bir çelişki değil mi?

 

   İmanın kalbe girmemesinin toplumu oluşturan bireylerin birbirleri ile ve bireylerin, yöneten güç ile ilişkilerini de olumsuz etkilediği bilinen bir gerçektir. Günlük hayatımızda sözle yapılan yeminin bile hiçbir değerinin olmadığını zaman içinde bireyler defalarca şahit olmuştur, olmaktadır. Her ne kadar günlük hayatta bireyler yeminlerini yazıya dökerek, gerektiğinde hak arama yoluna gidebilmeleri mümkün olsa da sonuçta zaman ve enerji kaybedilmektedir. Kim bilir, gün gelir, beşeri ilişkilerde de yazılı yemine gerek kalmadan, bireyler yeminlerini yani sözlerini kalpten yapabilirler. Kalpten yapılan yeminin birey üzerindeki yaptırım gücü her halde ölçüye sığmaz. Yeter ki bireyin manevi kalbi çalışır durumda olsun.


   İman sözde kalmadığı zaman o iman sahibi bireylerin çevreleri ile olan ilişkisinin Kur’an’ın arzu ettiği doğrultuda gerçekleştiğini Kur’an çeşitli defalar açıkça ifade eder:
 

Kur’an 7-42 İman edip barışa yönelik işler yapanlar ise cennetin dostlarıdır.    
 

Kur’an 47-2 İman edip barışa yönelik işler yapanlar
 

    İlginç olan “iman edip barışa yönelik iş yapma” ifadesi Kurán’da belki yüzden fazla ayette tekrar edilmektedir. Yani iman etmiş olmak sanki barışa yönelik iş yapmanın ön şartı gibi görünmektedir ki bu düşünce tarzının doğru olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü iman eğer kalbe inmiş ise o kişi zaten bütünlüğün farkına varmaya başlamıştır. Özellikle ülkemizde Teklik Dini diye dillerden düşürülmeyen fakat pek çoğumuzun ne olduğunu bir türlü anlayamadığı İslam’ın gerçeğine ulaşmaya başlamış bireylerin tamamının barış dışında bir şey düşünmeleri mümkün değildir. Var olan duruma baktığımızda görebildiğimiz gerçekler farklı bir resim oluşturur. Çünkü Kur’an’da anlatılan İslam’ın gerçeklerini biraz olsun kavrayabilenlerin azınlık olduklarını sanıyorum. Eğer tersi olsaydı bireyleri stres dolu bir toplum olmazdık. Tekrar yukarıda verilen son iki ayete dönersek o ayetlerde var olmayan bir başka gerçek şu ayette detaylandırılmaktadır:
 

Kur’an 2-62 Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp barışa yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır da.  
 

    Tekrar edildiği gibi iman etmek tek başına yeterli değildir. Mutlaka barışa yönelik gayret göstermek Kur’an’ın vazgeçemeyeceği bir fiildir. Bu konu Kur’an’a göre işin aslı olup sadece Kur’an bağımlılarının değil diğer inanç sahiplerinden de barışa yönelik çalışanlarının ödüllendirileceği ifade edilmektedir. Halbuki toplumumuzda diğer inanç sahiplerinin ki onların vakte ve şekle bağlı ritüelleri farklıdır, ahiret hayatında ödüllendirileceği kabul edilmez. İşte bu da toplumumuzda var olan ve din adamları tarafından topluma dayatılan dogmalardan sadece biridir. Bu ayet fevkalade önemlidir. Çünkü bu özelliğiyle İnançta Teklik konusunu da örnekle ifade etmektedir.  Aynı yaklaşımı başka bir Kur’an ayetinde daha değişik bir şekilde ifade edilmiş olarak buluyoruz:                                          
 

Kur’an 22-17 İman edenler, Yahudiler, Sabiiler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve şirke sapanlar arasında Allah kıyamet günü ayrım yapacaktır. …

 

   Ayetten görebildiğimiz kadarı ile şirke sapanlarla iman edenler ve diğer kitap verilenler ve Mecusiler arasında Kıyamet günü ayrım yapılacağından bahsedilirken her guruba mensup olanların davranışlarının aynı adalet terazisi ile tartılacağının açık ifadesini görmemek mümkün değildir. Hiçbir bireyin hangi kitabın bağımlısı olduğu konusu o kişiye bir avantaj sağlamayacaktır. İşte İlahi Adalet bu değil midir? 
 

   İman, yukarıda verilen ayette (49-14) ifade edildiği gibi Kur’an’ın arzusuna uygun olarak kalbe inse acaba yeterli midir? Söz edilen durum, yani imanın kalbe inmesi çok önemli bir aşamadır fakat son değildir. Olabilir ki imanın kalbe inmesi uzun ve ince yolun ve fakat dosdoğru bir yolun başlarında olduğumuzu ifade etmektedir. Bu görüşün doğru olduğunu gene Kur’an bize imanın derecelerinin olduğunu söyleyerek konuya açıklık getirmektedir:   
 

Kur’an 48-4 O odur ki, müminlerin gönüllerine, imanları beraberinde iman geliştirsinler diye, mutluluk ve huzur indirdi. …

    Muhtemelen, bahsedilen iman dereceleri bireyin dünya hayatında farklı sınanmaları başarması sonucu elde edeceği ruhsal gelişimine işaret etmektedir. İmanın dereceleri  çerçevesinde güçlü bir örnek olarak aşağıdaki ayet verilebilir:

Kur’an 50-21,21 Kesin olarak inananlar için, yeryüzünde ve kendi nefislerinde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor musunuz?
 

    Kesin olarak inanmak için bazı şeylere tanık olmak gerekmez mi? Tanıklık aynı zamanda imanın şuurlanmış olmasını sağlamaz mı? Böyle bir olayın olduğunu gene Kur’an’dan öğreniyoruz:
 

Kur’an 6-75 Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.

    Çeşitli Kur’an ayetlerinde görülebileceği gibi, beşerin dünya okulunda çeşitli denenmelerden başarılı olan ruhların biyolojik ölüm sonrası gideceği boyut olduğunu düşünebileceğimiz ve cennet olarak tanımlanan konumların da çeşitli olduğu ve daha üst cennetlerden bahsedilirken, çok daha üst boyutların varlığına da işaret edilmektedir. Yoksa beşerin önüne konulan ruhsal aşama boyutları sonsuz sayıda olmasın? Gerçek ne olursa olsun, adı geçen boyutların varlığını Kur’an’da açıkça görmemek mümkün değildir. Konu ile ilgisi dolayısı ile verilecek birkaç örnek aydınlatıcı olacaktır:   

Kur’an 55-46,62  Rabbinizin makamından korkan kimseye iki cennet var.
             
İkisinden başka iki cennet daha var.  

Kur’an 6-83 ...Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz.

Kur’an 70-3 Yükselme boyutlarının/derecelerinin sahibi Allah’tandır o.

Kur’an 84-19 Ki siz boyuttan boyuta halden hale mutlaka geçeceksiniz.

    Biyolojik ölümle bu dünya toprağına iade ettiğimiz bedenimiz bu dünya okulunda kalırken esas unsurumuz olan ruhumuzun ahiret diye de ifade edilen beşeri duyularımızla algılamamız imkanı olmayan diğer boyutlarda yaşamına devam etmekte olduğu konusu imanın ana unsurlarından birisi olup zaten yukarıda verilen Kur’an ayetlerinde değinilmektedir. Hangi boyutta ve nasıl hayat bulacağımız ise açık olmamakla birlikte ruhun yükselme derecesine göre bir boyut olacağını düşünebiliriz. Toplumumuzda sıkça sözü edilen huriler ve Kur’an’ın anlatımına göre, arzu edilen çeşitli yiyeceklerin sunulacağı ifadesi sanıyorum çeşitli sınavlardan geçmiş ve fakat henüz madde ile denenme dönemini başarı ile sonlandıramamış ruhların önüne konulan bir ödül gibi görünmektedir.


     Yukarıda verilenlerden anlayabildiğimiz kadarıyla imanın dereceleri vardır. Çevremize baktığımızda   yaygın olarak görebildiğimiz resim, bireylerin sözlerle bazı kalıpları tekrar etmesinin toplumu oluşturan çoğunluk tarafından ve maalesef din adamları tarafından da iman etmenin yeterli şartı olarak kabul edildiği gerçeğidir. Sözlerle ifade edilen iman etmiş olmanın uzun yolun başlangıç basamağı olduğunu düşünenlerdenim. İmanın kalbe inmesinin ise beşerin ruhsal tekamülünün başlamasında gerekli çok önemli bir adım olduğunu sanıyorum. Çünkü çeşitli Kur’an ayetlerinde, beşerin başıboş bırakılmayacağı ve gönderilen elçiler vasıtası ile doğru yolun gösterildiği anlatılmaktadır. Yani beşerin aslında yolu sürekli aydınlatılmaktadır. Bu sonsuz yolda bireyin ilerleyebilmesi için her an önüne sınavlar konulmaktadır. Gene Kur’an’dan öğrenebildiğimiz kadarıyla sınavlarımız davranışlarımıza, sözlerimize ve hatta düşüncelerimize yöneliktir.  Beşerin eylemleri ve düşünceleri ile ilgili sınavlarda başarılı olabilmesi için öncelikle imanın kalbe inmesi gerektiği herhalde bellidir. İmanı sadece sözde kalanları çevremizde bol sayıda görmüyor muyuz? Vahyin hedefinin dünyamızda ve evrende barış olduğunu biliyoruz. İmanı kalbe inmemiş bireylerin dünyamızda barışın oluşturulmasına bireysel, toplumsal ve hatta küresel boyutta sürekli engel çıkarttığını da görüyoruz. Yani kişinin inancının derecesini gösteren esas ölçü olarak bireyin öğrendiklerini ne kadar içselleştirmiştir ona bakıldığını düşünüyorum. Bu özellik ise bireyin davranışlarında açık bir şekilde görülebilecektir. Diğer taraftan her zaman hatırlamamız gereken değişmez gerçek ise her konuda olduğu gibi bireyin imanı konusunda da söz sahibinin O olduğudur:


Kur’an 10-100 Allah’ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez.  
 

Kur’an 48-4 O odur ki, müminlerin gönüllerine, imanları beraberinde iman geliştirsinler diye, mutluluk ve huzur indirdi.
 

     Bireyin iman etmesi O’nun izni ile olmaktadır. Dahası imanlarının artması için inananlara yardım etmektedir. Çünkü iman da sonsuzdur. Artan imanla ancak yükselme boyutlarında ilerlemek mümkün olabilir. Sadece bu kadar mı? Hayır. Her şey, hatta nefes almamız bile O’nun izni ile olmaktadır. Hem maddi hem de manevi ihtiyaçlarını bireye sağlamış olan O’na karşı birey sorumludur ve bireyin yapması gerekeni de Kur’an aşağıdaki ayetle göstermektedir:
 

Kur’an 93-11 Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle yerine getir,

   Son Tanrı Elçisine bir emir olarak düşünebileceğimiz verilen son ayet aslında bütün inananlara verilmiş bir emirdir. Beşer aslında tekamül potansiyeli olan ruhumuzun beden elbisesi giydirilmiş görüntüsüdür. Beşerin hiçbir gücü yoktur. Beşerin güzel diyebileceğimiz özellikleri ise aslında beşere ait değildir. O özellikler, Kur’an’da verilmiş olan isimlerin ve daha nicelerinin gerçek sahibi olan O’nun izniyle beşeri varlıklardaki yansımalarıdır. Nasıl ki Ay aslında cansızdır, yani beşeri tanımlamaya göre ölüdür ve sadece güneşin ışınlarını dünyaya yansıtır ve karanlık gecelerimizi biraz da olsa aydınlatır. Ancak esas aydınlık güneşin doğması ile başlar ve gece karanlığında gerçekte ne olduğunu bilmediğimiz nesnelerin aydınlanma ile gerçeklerini görürüz. İşte bu olayın Kur’an’da bahsedilen KIYAMET konusu ile paralelliğini kurabiliriz. Beşerin dirilmesi yani olayların farkına varması o kişinin kıyametidir. Bir senede 365 kere tekrar eden gece-gündüz dönüşümü Kıyamet gerçeğini her gün hatırlatmaktadır. Ayın güneş ışınlarını yansıtması beşeri anlayışımıza göre ve eğer Ana Plan’da bir değişiklik olmazsa, sonsuza kadar devam edecektir. Fakat beşeri varlıkların O’nun izin verilen özelliklerini yansıtması ne olacaktır. Beşer için yansıtma olayı sonsuz bir evrimin sadece bir parçasıdır. Beşer yansıttığı özelliklerini içselleştirebildiği oranda o özelliklerin kendisi olmaya başlayacaktır ki bunu sonsuz yaşamın başlangıcı olarak düşünebiliriz. O sonsuz yolun yolcusu, idrak ettiği özellikler çoğaldıkça tekrar tekrar dirilecektir ve uygun AN geldiğinde ise melekler ona secde edecektir. Yolculuk bitmiş midir?  Asla; çünkü Yol sonsuzdur. Dolayısıyla iman da sonsuzdur.      

bottom of page