top of page

PAYLAŞIM


    Her şeyin yoktan var edilenlerden yaratılmış olduğunu düşünebiliriz. Bu çerçevede düşünmeye devam edersek, dünyada yaşam şansı bulmuş insan ve dünyada insanın yararlanması için gerekli görülmüş her türlü canlı ve her çeşit madde ve evren aynı yolla yaratılmıştır. Düşüncemizi biraz daha ileri götürerek beşer olarak anlayabildiğimiz kadarıyla, maddi veya manevi her şeyin, Yaratan’ın arzusuna uygun olarak, sonsuz nitelik ve nicelikte, insanların yararı için hazırlanmış olduğunu düşünebiliriz. Ancak ilginç olan, başlangıcı yokluk olan beşer, gene kendi gibi başlangıcı yokluğa uzanan ve dünya okulunda eğitim için bedenlenmiş beşerin tümünün yararına sunulmuş olan imkanları paylaşmak istemezler. Bu görülen davranış biçiminin sonradan edinildiğini sanmıyorum. Kur’an bize bu davranış tarzının beşerin yaratılışında zaten var olduğunu anlatır:
 

Kur’an 91-7,8  Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirene.
         Ardından da ona
bozukluğunu ve takvasını ilham edene  andolsun ki,
 

   Beşerin yaratılışından sahip olduğu bu özellikler kanımca kişinin eğitimi için dünya okulundaki hayat tarzını belirleyen en önemli unsurlardır. Bireyin hayatı boyunca karşılaşacağı sınavlardaki davranışını etkileyebilecek ana unsur olan bu özelliklerin, bizleri eğitim için bu dünya okuluna gönderen Güç Odağı tarafından planlanmış olduğu açıktır. Burada bireylerin birbirleri ile denendikleri gerçeğini anlatan Kur’an ayetini (25-20) hatırlayıp konumuza dönelim.  
 

    Vahiy mekanizması ve diğer yollarla dünya okuluna iletilen mesajlarla insanlara verilmeye çalışılan eğitimin çok önemli bir hedefi, dünya okulunda beşere sağlanan maddi ve hatta manevi imkanları diğer bireylerle uygun şekilde paylaşmayı öğrenip, onu uygulayabilmesinin sağlanmasıdır. Bu konuda,   yukarıda ifade edildiği gibi, bireyin, O’nun izni ile sahip olduğu ve beşeri anlayışımıza göre olumlu ve olumsuz olarak tanımlayabileceğimiz iki kişisel özelliğimizin etkili olacağını söyleyebiliriz. Vahyi gönderen Yüce Gücün arzusu beşerin paylaşım yapmayı öğrenmesi ve uygulamasıdır. Bu arzu vahiy kitaplarında ve fakat özellikle Kur’an’da çeşitli ayetlerde vurgulanmış olup birkaç örnek aşağıda verilmiştir: 
 

Kur’an 57-7 Allah’a ve resulüne iman edin; sizi üzerinde buyruk sahibi yaptığı şeylerden başkalarına bol bol verin. İçinizden iman eden ve infakta bulunanlar için çok büyük bir ödül vardır.

Kur’an 14-31 İnanan kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, kendilerine sunduğumuz rızıklardan, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun olmadığı o gün gelmeden önce, gizli ve açık infak etsinler

Kur’an 34-39 De ki. “Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bolca verir, dilediğine de kısarak verir. Bir şey infak ederseniz O, onun yerine başka bir şey lutfeder. Rızık verenlerin en hayırlısıdır O."

    Aslında dünya okulunda geçmişte yaşananları hatırlayıp, günümüze bakarsak ve geçmişten günümüze gelen özdeyişleri de hatırlayarak şöyle söyleyebiliriz:
 

   İşin özünde hiçbir şey gerçekte bizim değildir, bizler her şeyin emanetçisiyiz. Hatta bedenimizin bile bize emanet olduğunu anlamamız gerekmez mi? 
 

    Adem’in çocuklarının dünyamızda asırlardır sergiledikleri yaşam tarzının genel olarak vahye hiç de uygun olmadığını görüyoruz. Bu uyumsuzluk acaba Adem’in çocuklarının yokluktan yaratılmaları yüzünden midir?  Adil paylaşıma aldırmayan ve daima daha fazla madde toplayan Adem’in çocukları yokluktan var oldukları halde bu davranışları ile varlık olduklarını ispat ettiklerini mi sanıyorlar? Anlamak çok zor. Çünkü bir bireyin dünyada yaşamını devam ettirebilmesi için gereksinim duyduğu nesneler sınırlıdır. O halde başka bireylerden alıp biriktirdiklerini hangi sürede ve nasıl tüketecektir? Bireyin sınır tanımayan doyumsuzluğu giderek daha da hırslı olmasına ve hatta toplumda belli bir düzen sağlamak için gene beşerin yaptığı kanun sınırlarını zorlayan davranışlara sebep olmaktadır. Madde konusundaki aşırı doyumsuzluk diğer taraftan toplumda etkisini gösterecek ve gerçek doyumsuzlardan oluşmuş bir çoğunluk doğuracaktır. Bunun sonucu ise toplumda huzursuzluk ve dolayısıyla mutsuzluk olacaktır. Böyle bir toplumda herhalde BARIŞ tan bahsedilmesi söz konusu bile olamaz. Yukarıda değinilen ve fakat beşerin bir türlü anlamadığı veya anlamak istemediği gerçek, madde ile ifade olunan hiçbir şeyin gerçekte bizim olmadığıdır; bizler olsa olsa her şeyin emanetçisiyiz. Hani ozanın dediği gibi:


        Mal sahibi, mülk sahibi. Hani nerde ilk sahibi?
  
    Beşerin maddeye bağımlılığı eğer yaşamı için gereksinim duyduğundan daha fazla ise beşer bu arzusunu tatmin etmeye çalışacaktır. Bunun toplumsal sonucunun,
paylaşımdaki eşitsizlik olduğunu biliyoruz. Fakat maddeye çok fazla bağlılık korkarım kişi kıymetli vaktinin ve enerjisinin gereğinden çok fazlasını bu konuda harcayacak yani israf edecektir. Resmi çizilmeye çalışılan bu kişi acaba dünyada var olan diğer hoşlukların farkına varabilecek midir? Hiç sanmıyorum. Böyle bir kişi kaybedenlerden değil midir? İnsan olduğunun bile belki de farkına varamayacak kadar şanssızdır. Görülüyor ki böyle bir kişi hem kendisi mutsuzdur hem de etrafına mutsuzluk yansıtmaktadır.

    Umulur ki beşer gün gelir Mevlevi dervişlerinin semasında sembolik olarak ifade etmeye çalıştıkları gibi, manevi alanda Hak’tan aldıklarını halka verdikleri uygulamasını anlar ve aynını aslında, Hak’tan aldıkları, madde ile ilgili kazanımlarını da uygun şekilde halka dağıtma becerisine sahip olurlar. Sanırım işte o gün sürekli şikayet ettiğimiz bu dünya, Cennet’in kendisi olacaktır. Kur’an sadece varlıkta değil darlıkta da paylaşılmasını arzu eder:

 

(Kur’an 3-134) Onlar bollukta ve darlıkta infak ederler.
 

  Gene Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Kur’an’ın bizlere gösterdiği yolda ilerleyebilmek için ruhsal arınma şarttır ve neyse ki arınmanın önemli bir metodu bizlere işaret edilmektedir:

Kur’an 92-18  O ki, temizlenip arınsın diye malını verir.
 

Kur’an 30-38 O halde, akrabaya hakkını ver. Yoksula, yolda kalmışa da. Allah’ın yüzünü isteyenler için bu daha hayırlıdır. İşte böyleleridir kurtuluşa erenler.
 

   Paylaşım, Kur’an’ın vazgeçemediği konulardan birisi olmakla beraber paylaşım fiili gerçekleşse bile acaba hedefe ulaşılmış mıdır? Bunun cevabını gene Kur’an’dan öğrenebiliyoruz:
 

Kur’an 9-53  Şunu da söyle: “İster kendi arzunuzla ister baskı ve zorla infak edin. Sizden asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz."
 

   Acaba Kur’an’ın belirttiği yoldan çıkan bir topluluk tanımına uyan toplumlar günümüz dünyasında var mıdır? Sorunun cevabını her birey kendisi düşünüp kendi toplumunu ve özellikle de dünyadaki Kur’an bağımlısı görünen toplumların yaşamlarını inceleyerek verebilir. Bu incelemede kullanılacak ölçü, bireylerin kendilerine din adamları ve toplumları tarafından dayatılan öğreti değil Kur’an’ın saf ve fakat beşer düşüncesiyle kirletilmemiş öğretisi olmalıdır. Kur’an bağımlısı toplumların var olan durumları zaten sorunun cevabının ne olabileceği konusunda fikir vermektedir.
 

    Buraya kadar paylaşım konusu sadece madde ile ilişkilendirildi. Paylaşım konusu ile ilgili olarak yukarıda verilen Kur’an ayeti (30-38) fiziki olarak yolda kalmışları da paylaşımdan yararlandırılması gerekenler listesine dahil eder. Olabilir ki “yolda kalmışlar” başka anlamlar da ifade edebilir:
 

Kur’an 5-48 …Sizden her biri için bir yol ve metod belirledik.  Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. …
 

    Bireyin hayat yolunu belirleyen gücün birey için en uygun yolu ki bu yol Allah’a gidecek yoldur, belirlediğini kabul etmek zorundayız. Eğer durum böyle ise niçin dünya okulundaki öğrenciler yani bireyler herhangi bir anda ruhsal bakımdan farklı gelişmişlik seviyelerine sahip olmaktadır? Öncelikle dünya okuluna gönderilen her bireyin planının farklı olduğunu kabul etmeliyiz. Diğer taraftan muhtemel sebeplerden bir tanesi, belki de bir bireyin oyuna dalıp gitmesi ki bu oyun dünyadaki maddi hazlar olabilir. Veya daha farklı çeşitli çevre faktörleri bireyi yolundan alıkoymuş olabilir. Her durumda bu bireyler yolda kalmış olurlar. Geçmiş dönemlere baktığımızda görevlendirilen Tanrı Elçileri tebliğ çalışmalarında kayıp koyunları bulmak ve onları o kişilerin planları uyarınca takip etmeleri gerekli yola sokmak için uğraşmışlardır. Çünkü onlar yani kayıp koyunlar mesajı duyabilecek kişilerdir. Bu mesele Kur’an’da Muhammed’e tekrar tekrar hatırlatılır.
 

Kur’an 7-179 Yemin olsun ki biz, insanlardan ve cinlerden birçoğunu cehennem için  yarattık. Kalpleri var bunların , onlarla anlamazlar; gözleri var bunların onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. …
 

   Bu ayet ve Kur’an’da verilen pek çok benzeri herhangi bir dönemde dünya okulunda yaşam ve eğitim şansı verilenlerin tamamının vahyin mesajını yeterince anlamaya ve gereğince uygulamaya hazır olmadıklarını açıkça anlatmaktadır. Son ayet insanların çoğunun cehennem olarak tanımlanan ve aslında biyolojik ölüm sonrası eğitimin biraz zor şartlarda devam edeceği ahiretteki bir boyut veya boyutlara işaret etmektedir. Bildiğimiz kadarı ile Muhammed ile peygamberlik ve Din eğitimi sona erdirilmiştir. Fakat Allah’ın öğretmesinin çeşitli yollarla devam ettiğini kabul etmek gerekir:
 

Kur’an 42-51 Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur; yahut da bir resul gönderir de kendi izniyle dilediğini vahyeder. Yüceler yücesi O’dur; hüküm ve hikmet sahibi O’dur.
 

    Her dönemde ve günümüzde ve gelecekte Allah’ın öğrettiği bireyler olabilir ve olacağı kesindir. Bu eğitimden yararlanmış varlıklar Kur’an’da “İlim verilenler” olarak tanımlanır. Böyle varlıkların beşeri dünyada düzenlenmiş bir din bilimleri öğreten eğitim kurumundan mezun olması şart değildir. Diğer taraftan ilim verilenler olarak düşünebileceğimiz bu şanslı kişilerin sorumlulukları da vardır. Onlar öncelikle topluma karşı sorumludurlar. Kendilerine verilenleri sahiplenip ses çıkarmamaları beklenemez. Aksi halde görevlerini yapamadıkları için kaybedenler grubuna onlar da gireceklerdir. Yapmaları gereken sözle ve mümkünse yazıyla ve aynen son Tanrı elçisinin yaptığı gibi davranışları ile Doğru Yol’un ne olabileceğini gösterebilmelidirler. Böyle bir davranışın İlahi Güc’ün düzenlediği eğitim sistemine uygun olduğunu düşünüyorum. Toplumların tamamı bu eğitimden yararlanabilir mi? Sanmıyorum. Bu eğitimden yararlanabilecekler yukarıda bahsedilen kayıp koyunlar olacaktır. Bu davranış yukarıda değinildiği gibi Mevlevi dervişlerinin sema esnasında sergiledikleri “Hak’tan aldığını halka vermek” değil midir? Yani gene paylaşım söz konusu olmaktadır. Manevi kazanımların  paylaşımının da hem verenin hem de alanın sınavının olduğunu unutmamalıyız. Veren sadece bir verici olduğunun farkına varmalı ve kendisinin bir emir kulu olduğunu her an hatırlamalıdır. Verilen ise verenin sadece görevini yaptığını ve onun bir insan üstü güç sahibi olduğunu düşünmemelidir. Yani verilen hiçbir şekilde verene biat edemez. Veren veya verilen, Güç sahibinin tek olduğunu her an  hatırlamalıdır.
 

Kur’an 59-9 …Nefsinin cimriliğinden/doymazlığından korunanlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

bottom of page